Siz
gidin, Ben yetişirim size… Kırıklarım saçıldı tarafa, toparlanmadan gelemem;
gelsem eksik kalırım, eksik kalırsam acırım ve acıtırım çok…
Siz
gidin; Ben yetişirim size, size yetişirim Ben…
Saçlarımı
keser misiniz…?
Hiç
kendi sesinizi unuttunuz mu ve yürümeyi sokakta, rüzgar saçlarınıza değerken…?
Ve
aslında yaşanmışlıklar insana dairdir, inanmaksa eğer mühim olan… Ve renk size
hafiftir, Bana ağır… Neresidir tapınak ya da nedir tapınak; görece daha da ağır…
Sessizlik yemini etmiş rahipler çarpışırken içimdeki tapınakta, sırtımdaki semer
de Benim yeminimdir…
Ve
yüzümü saklasam sizden, nefesinize küfürlerim çarpar ve gözümü kapatırsam eğer
Ah’ım…
Eril
ve dişil…
İki
ayrı masalı aynı anda okumaya çalışmayın; her bir masalın ciddiyeti ve
elmalarla muştular… Siz ki gidin; Ben size yetişirim…
Saçlarımı
kessem…?
Aslında
bir aksaklık anıydı ve saçıldım saçak saçak… Toparlanmam lazım yoksa eksik
kalırım ve eksik kalırsam çok acır, çok da acıtırım…
Semeri
bilir misiniz…?
Sokakların
araları vardır ve arka sokaklar… Değmeden kimseye ve sadece kedilere, karga ve
martılara… Ufak ekmek parçaları gibi nefesler ya da süt beyazı kokan gözler…
Arka sokaklar vardır ve sokakların ardları, adları; onlar hep denize götürür,
kimseye değmeden ve değdirmeden…
Yine
çok içtik geceyi; içimiz sarhoş oldu ve içtiğimiz…
Aslında
bir yaprak düşerken yanındaki yaprağa da değerdi; o yüzden hiç birimiz düşmedik
ve sonbahar hiç gelmedi...
Tül
tül kırmızılar astım pencereme üzerinde gözler… Tüller ardına saklanmış
aşklarım vardı Benim ama Ben küçüktüm… Necefli maşrapalar zamanıydı ve Hansel’le
Gratel… Biz ki hiç çocuk öldürmedik ama biz hep öldük… Sonbaharsa hiç gelmedi…
Kara kaplı önlüklerimizi beyaz kolalı yakalarla keserdik… Kalbimizde kırmızı
kurdelalar ve yeşil elmalar yavaş yavaş kızarırdı ama sonbahar gelmezdi yoksa
düşerdik ve değerdik birbirimize… Ve bir gün yine de öldük ama hiç çocuk
öldürmedik biz… Bizim kalemimiz kurşun kokardı; sokaklardan kurşunlar sekerdi ve
silgilerimiz vardı, Arı Maya koktuk acı acı ve pembe pembe…
Sonra…
Sonrası yok…
Aslında
en çok susunca duyarsınız Beni ve eğer siz de susarsanız…
Semt
pazarlarının çocuklarıydık biz; paragraflara bölerdik hayatı ve virgüllerle
esler, bilirdik tüm sesli harfleri…
Büyümenin,
Annenin yaşlanması da demek olduğunu bilseydik belki de hiç büyümek istemezdik…
Harita
metodlara çizdik biz beslenme çantamızdaki zeytin ve peynir günlerini ve
saymayı bize susamlı bir sokaktaki yeşil kurbağa öğretti, bir de renkleri
turuncu bir minik kuş… Hep derim ondandır aksaklığımız… Biz Çarşamba ve Pazar günleri
banyo yaptık ve beyaz kolalı yakalarla çizdik tüm karalığımızı…
Ve
biz hiç kamu spotlarındaki yüzlerden olmadık…
İyisi
mi gidin siz . . .
24o32o13oo45
/ Cumartesi / Ev . . .