2/03/2011

Emanete bıraktım Unutulmuşluğumu...




 
Güneşin tanrısı...
Bölük pörçük uykularda, girip çıkılan ıslak odalarda...
BaNa ulaşmak için en çok da BeN’den kaçmak gerekirken; Evler arasına serdiğim MoRLu siyahlı kilimlerde sevdim KeDi yavrularını ve yanılgıyı...
Kahvaltı bahaneli molalar verdiğim buzla kaplı esnaf lokantalarındaki ters çevrilmiş sandalyeler gibiydi barışıklığım, tozlu masalarda... Yok sayılmış hediye kitaplarla doluydu sırtım; hediye kitabımı okurken... Üst üste dizilmiş yuvarlaklarla belirlenen Hayatımın yolunda, Siyah-Beyaz renklerde Cüceler oldum ve yazarlar, ressamlar... İntihar etmiş bedenlerin üzerinden atladım, sinir krizinin eşiğindeki Kadınların zafere olan yürüyüşünde... Otel odası işlevli, dolu kül tablası kokulu yerlerde uyudum ve uyandım; karnımda Güneşin Tanrısı’nın yokluğu...
Çini kaplı duvarlardaki, deniz manzaralarında konuşan kuklaların kahkahaları iki yüzlü Kadın, Erkekleri anlatıyordu... Yassı parlak kartonların girip çıktığı deliklerden  merdivenlere koşuyordum; çatılardaki Kara KeDiLeRiN yavrularından kaçmaya...
Mühürlü zarflarla sakladığım içselliğimi postaladığım postane yıkılmış, öyle söyledi gözlüklü Adam, tükürüklü konuşmasıyla... Yananlar yanmış, kalansa yıkılmış... Düşündüm sonra, tenha Sokaktaki postanenin boş yerindeki Gölgeyi... Sirkeci Garı’na yürüdüm; Semazenler dönerken Beyaz ve Yeşil... Bavullanmış gidişler ve dönüşlere takıldı ayaklarım... Nereye gittiğimi unuttum ve geldiğimi... Emanete bırakılan gidiş ve dönüşlere sakladım unutulmuşluğumu; Herkes gidene dek...
Ve uyudum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder