2/03/2011

KIZIL KUYRUKLAR...

   
Çınlıyorum, kırık beyaz duvarda... Varlığı(mı)n gölgesi düşse de donuk duvara; varlığı(mı)n yetmezliğini soluyorum...
Yollar nereye götürür...?
Üstünde akreplerin oynaştığı tozlu yollar...
Akreplerin kızıl kuyruklarındaki yaşamlar... Benim doğurduğum kızıl kuyruklu akrep çocuklar...
En soylu ölümle ölen kızıl kuyruklar için, ben yakıyorum alevlerin en soylusunu... Alevin tortusu, küller ve dumanlarla arınıyorum. Külleri saçlarıma, dumanı gözlerime sıvıyorum...
        Bedenim sıcak; ruhumsa... Ruhumun soğukluğu, ellerimi yakıyor... Ellerimi yutuyorum... Parmaklarım boğazımda takılı sözcükleri oynatıyor yerlerinden bir bir... Sözcükleri tükürüyorum... Her bir tükürük, donuk bir kadın heykelciği halini alıyor... Heykellerin gözleri yok ve saçları...
Her bir minik heykeli eziyorum tozlu topuklarımla... Ve ben yavaş yavaş donuklaşıyorum... Dağılan her bir heykelcik, bedenimin bir noktasını hareketsizleştiriyor... Önce ellerimi oynatamıyorum;sonra kollarım, başım, gözlerim ve ayaklarım... Son heykelciği paramparça edecekken; bedenim büyük donuk bir heykel...
        Ruhum sıcacık ve bedenim soğuk...
Gözlerimin sabitlendiği noktada, bir kızıl kuyruk... Etrafında yanan en soylu ateşte, bana yaklaşan akrep ve bileğimden beynime yayılan sıcaklık... En soylu ölüme, benim doğurduğum kızıllıkla ulaşıyorum.

Benim ölümümü, ben doğuruyorum; koyu bir kızıllık adında...
                      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder